Türk EdebiyatıGenel Yazılar

Halk Edebiyatı

Türklerin XI. yy’dan başlayarak yurt edindikleri Anadolu’da sözlü geleneğin bir devamı olarak günümüze kadar sürdürülen sözlü edebiyata, “halk edebiyatı” adı verilir. Kaynağını geleneklerden, halkın kültüründen alan Halk Edebiyatı, İslamiyet öncesi sözlü edebiyatın uzantısıdır. Dil, biçim, konular, duyarlıklar bakımından halk kültürüne sıkı sıkıya bağlıdır.

Halk edebiyatının başlangıcı İslamiyet öncesine kadar uzansa da hep ikinci planda kalmış ve halkın ilgisiyle varlığını bugüne kadar devam ettirmiştir.

Halk Edebiyatı Özellikleri

  • Şiirler, çoğu zaman saz eşliğinde söylenir. Doğaçlama olarak şiir söyleyen âşıklar, şiirleri için bir ön hazırlık yapmazlar. Bu yüzden de şiirlerinde derin bir anlam, kusursuz bir biçim görülmez.
  • Nazım birimi olarak dörtlük kullanılır. Ancak çok az da olsa türkülerde ve ninnilerde üçlü, beşli söyleyişler görülür.
  • Aruzla şiir yazanlar olmakla birlikte kullanılan asıl ölçü hece ölçüsüdür. En çok yedili, sekizli, on birli kalıplar kullanılmıştır.
  • Şiirler, halk arasında kullanılan konuşma diliyle söylenir. Bu dilin öztürkçe olduğu söylenemese de halka mal olmamış sözcükler kullanılmamıştır.
  • Şiirler hazırlıksız söylendiğinden genellikle yarım kafiye ve redif kullanılmıştır.
  • İslam’dan önceki Türk edebiyatı geleneğini sürdüren sözlü bir edebiyattır.
  • Şiirler, “saz şairi” ya da “âşık” denen şairlerce,”bağlama’ adı verilen bir sazla söylenir.
  • Nazım şekli olarak mani, koşma, varsağı, semai, destan vs. kullanılmıştır.
  • Halk edebiyatı ürünleri yazılı değildir. Müzik eşliğinde sözlü olarak oluşur.
  • Halk edebiyatında şiir, egemen türdür.
  • Şiirlerde başlık yoktur, biçimiyle adlandırılır.
  • Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Benzetmeler, somut kavramlardan yararlanılarak yapılır.
  • Söyledikleri her şey gerçek yaşamdan alınmadır, dolayısıyla şiirlerde somutluk hâkimdir.
  • Konu olarak aşk, ölüm, hasret, ayrılık, doğa sevgisi, yiğitlik, zamandan şikâyet işlenmiştir.
  • Halk şairlerinin hayat hikâyeleri ve şiirleri cönk adı verilen eserlerde toplanmıştır.

Halk Edebiyatı Kaça Ayrılır?

Ortaya konan ürünlerin gösterdiği biçim ve içerik özelliklerine göre üç bölüme ayrılır:

1) Anonim (Ortak) Halk edebiyatı

2) Âşık Edebiyatı

3) Tekke (Tasavvuf) Edebiyatı

1) Anonim (Ortak) Halk edebiyatı

Söyleyeni belli olmayan, halkın ortak malı sayılan ürünlerin oluşturduğu, sözlü geleneğe dayalı edebiyattır. Sözlü olduğu için, ürünler; halk arasında dilden dile geçtikçe zaman, kişi, yer unsurlarına bağlı olarak değişikliğe uğramıştır.

Özellikleri:

  • Söyleyeni belli olmayan ürünlerden oluşmuştur.
  • Türkü, mani, masal, destan, halk hikâyeleri, atasözü ve bilmeceler; karagöz, orta oyunu ve meddah gibi halk oyunları bu dönemin başlıca ürünleridir.
  • Anonim ürünlerde halkın konuştuğu yalın bir dil kullanılmıştır.
  • Şiirler; hece ölçüsüyle, genellikle yarım ve cinaslı uyaklar kullanılarak dörtlüklerle söylenmiştir.

Atasözleri: Geçmişten günümüze gelen, uzun deneyimlerden yararlanarak kısa ve özlü öğütler veren, toplum tarafından benimsenerek ortak olarak kullanılan kalıplaşmış sözlere atasözü denir. Türkçe’de “sav” ve “irsal-i mesel” olarak da adlandırılır.

Atasözü Örnekleri:

-Acıkan yanağından,susayan dudağından belli olur.

-Ah alan onmaz, ah yerde kalmaz.

-Ak köpeğe koyun diye sarılma.

-Akıl yiğide sermayedir.

-Al malın iyisini çekme kaygısını.

-Almak kolay ödemek zordur.

Deyimler: Asıl anlamlarından uzaklaşarak yeni kavramlar meydana getiren kalıplaşmış sözlerdir. Genellikle iki veya daha çok kelimeden kurulu bir çeşit dil ifadesi olan bu sözler, duygu ve düşüncelerimizi dikkati çekecek biçimde anlatan isim, sıfat, zarf, basit ve birleşik fiil görünüşlü gramer unsurlarıdır.

Deyim Örnekleri:

-Ağrı dağından kar bağışlamak (Iğdır – Kars)

-Başını büyük taşa vurmak (Tunceli)

-Cığızlık yapmak (Oyunda mızıkçılık etmek.) (Mudurnu – Bursa)

-Ciğeri ağzına gele (Elazığ)

Bilmeceler: Eşya, insan, hayvan, bitki, doğa ve inanışla ilgili bilgilerin üstü kapalı olarak anlatılması ve onun ne olduğunun düşünülerek bulunmasını hedefleyen çoğu kalıplaşmış sözlerdir. Bilmece Anadoluda “asal, elçim, masal, mat, metal, tapmaca, bulmaca, hikaye, söz, bilmeli, metal, tanımaca, fıcık, dele, gazelleme” gibi adlarla da anılmaktadır.

Bilmece Örnekleri:

Ala bakar mora bakar, Oturmuş bakla satar.

Baklanın okkası kaça dedim, Çıldır çıldır yüzüme bakar. (KURBAĞA)

Bir acayip nesne gördüm. Alem bilir ismini

Başını sürter kendine öldürür cismini (KİBRİT)

Ninniler: Çocuğun uyumasının sağlanması ya da ağlamasının durması için, sade bir dille ve hece ölçüsüne göre ezgili olarak söylenen şiirlerdir. Söyleyeni belli olmayan bu ürünler dörtlüklerden ve nakarat bölümlerinden oluşur. Özel bir beste ile söylenir. Ninni, Divanü Lügat-it Türk’de “balubalu” olarak adlandırılır.

Ninni Örnekleri:

Karga seni tutarım

Kanadını yolarım

Yelpazeler yaparım

Hanımlara satarım.

Uyuyacak yavrum ninni

Büyüyecek yavrum ninni

Ninni benim yavruma ninni.

Dua ve Beddualar (Hayırdualar ve İlençler): Bir toplumun maddi-manevi kültürünü, değer yargılarını, inançlarını yansıtan, kısa ve derin anlamlı, etkileyici, duygu yüklü kalıplaşmış sözlerdir. Dualar (alkışlar) sevinci, teşekkürü, temenniyi veya karşıdaki kişiye duyulan minneti ifade ederken, beddualar ise (kargışlar) acıyı, öfkeyi, karşıdaki kişiye duyulan nefreti dile getirirler.

Dua (Hayırdua-Alkış) Örnekleri:

Acı yüzü görmeyesin.

Allah kimseyi aç-açık bırakmasın.

Allah’ım beni affet.

Âfiyet – şeker olsun.

Ağzını hayra aç.

Allah ayrılık vermesin.

Beddua (İlenç-Kargış) Örnekleri:

Adın bata (Adı batasıca).

Ağzına sapan taşı deye.

Ağzından od çıksın.

Ağzın-dilin kurusun.

Ah diyesin kan tüküresin.

Anan baban başın ucunda meleye.

Tekerlemeler: Uyaklarla elde edilen ses ve söz oyunlarıyla ve çeşitli çağrışımlarla birbirine bağlanmış, çoğunlukla, iç ahenk olarak şiir, şekil olarak düzyazı görünümlü, birbirini tutmaz gerçek dışı düşüncelerin sıralanmasıyla meydana getirilmiş halk edebiyatı ürünleridir. Tekerlemelerin belirli bir ana konusu yoktur. Birbirine aykırı düşünceleri, gerçekdışı, olmayacak durumları bir araya getirip mantık dışı bir takım sonuçlara vararak şaşırtıcı bir etki yaratırlar. Tekerlemeleri türlerine göre 4 gruba ayırabiliriz: Masal tekerlemeleri, Oyun tekerlemeleri, Tören tekerlemeleri ve Bağımsız (yalnızca söz oyunu değeri taşıyan) tekerlemeler.

Tekerleme Örnekleri:

“Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde develer tellal iken pireler berber iken… Ben bağda üzüm bekler, derede odun yükler iken, bir varmış bir yokmuş… Masalın yalanı mı olurmuş. O yalan bu yalan, fili yuttu bir yılan… Bu da mı yalan? derken; sabahleyin erken, keçiler koyunları tıraş ederken, tahta kurusu saz çalar, sıçan cirit atar iken, çıkmış bir kocakarı ortaya… En sonunda açmış ağzını yummuş gözünü. Bir laf etmiş, bir laf etmiş… Bakalım ne laflar etmiş…” (Masal Tekerlemesi)

“Çık çıkalım çayıra

Yem verelim ördeğe

Ördek yemini yemeden

Ciyak miyak demeden

Hakkudu hukkudu

Çıktım çıkardım

Ki-mi çı-kar-dın” (Oyun Tekerlemesi)

“Şu köşe kış köşesi, şu köşe yaz köşesi, şu şişe su şişesi.” (Bağımsız Tekerleme)

Fıkralar: Yaşamsal olaylardan hareketle anlatılan, anlatılanlardan bir sonuç çıkarma, ders verme amacında olan, nükte, hiciv, mizah unsuru barındıran kısa, özgün halk anlatılarıdır. Türk fıkra geleneği, kahramanları belirli halk tipleri olan (Nasrettin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa v.b.) ve kahramanları belirsiz olan; “Adamın biri”, “Lazın biri”, gibi sözlerle başlayan (Laz fıkraları, Temel fıkraları, Bektaşi fıkraları, Gelin-Kaynana fıkraları v.b.) fıkralar olarak iki ana gruba ayrılır.

Fıkra Örnekleri:

“Hocaya sormuşlar;

— Hocam, bir rivayete göre Çaylak denilen hayvan altı ay erkek olurmuş, altı ay ise dişi; doğru mudur?

— Valla, demiş, bu suale hakkıyla cevap verebilmek için bir yıl çaylak olmak gerek!”

“Hoca’ya sormuşlar:

— Evlendiğinde kaç yaşındaydın?

— Ne bileyim, demiş, o zamanlar aklım başımda mıydı sanki.”

Masallar: Tamamen hayal ürünü olan, bilinmeyen bir yer ve zamanda geçen, dinleyicileri inandırmak iddiası bulunmayan nesirle söylenen kısa anlatı türüdür. Değişik bölgelerimizde, metel, matal, metelok, mesel, mesele, misal v.b. olarak adlandırılır. Masal anlatıcısı dinleyicinin dikkatini toplayabilmek için masalın başında, sonunda ve bazen uygun görülen yerlerde masal tekerlemeleri söyler.

Masal Örnekleri:

Tembel Kız

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir karı koca varmış. Bu karı kocanın bir kızı olmuş. Kız, el bebek gül bebek büyütülmüş, ama hiç iş öğrenememiş. Bunun için adına Tembel Kız denilmiş. Bu kız o kadar tembelmiş ki yerinden kalkmaya üşeniyormuş. Anası babası ona bir gelberi yaptırmış. Kız da oturduğu yerden işini gelberiyle yapıyormuş.

Kızının evlilik çağı gelmiş. Anası babası kızı bir avcıyla evlendirmiş. Avcı ava gitmiş, bir ördek vurmuş. Eve gelmiş, ördeği temizlemiş, ateşe koymuş. Tekrar ava gitmek üzere hazırlanmış, karısına ateşe ördeği koydum, yanmasın bak demiş. Tembel Kız, olur demiş, demiş ama yerinden bile kalkmamış.

Aradan uzunca bir zaman geçmiş. Dilenci eve gelmiş. Tembel Kıza, hanımcığım Allah rızası için bir dilim ekmek demiş. Tembel Kız da yan tarafta mutfak, geç al cevabını vermiş.

Dilenci mutfağa girmiş. Bakmış ocakta ördek kaynıyor, almış ördeği, torbasına koymuş, tencerenin içine de ayaklarındaki pis çarıkları… Gelmiş, Tembel Kız’ın yanına. Bak hanımcığım demiş, ekmeği aldım Allah razı olsun.

Şimdi sana bir türkü söyleyeyim de ben gideyim. Türküyü şöyle söylemiş;Senin gaga benim torba içinde,Benim çarık senin çorba içinde,Sen yat kaba yatak yorgan içinde,Ben yiyecem gagayı orman içinde.

Dilenci türküyü böyle söylemiş, çekip gitmiş. Aradan bir zaman geçmiş, kızın avcı kocası gelmiş. Karısına ördek pişti mi? Demiş. Karısı olan biteni anlatmış, bak bana bir de türkü söyledi, sana deyiverem demiş, türküyü söylemiş.

O zaman avcı kocası durumu anlamış, karısına kızıp azarlamış. Ondan sonra Tembel Kız, tembelliği bırakmış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

Halk Hikayeleri
Kaynağını gerçek yaşamdan alan, anlatıya sazın – ezginin eşlik ettiği, ses ve mimiklerin kullanıldığı anlatım türüdür. Halk hikâyeleri boyutları açısından ikiye ayrılırlar: Birincisi, bir tek olay çevresinde geçen yapısı basit, kısa olan hikâyeler. İkincisi ise daha çok kalabalık kişileri, birbiri ardından gelen beklenmedik durumları ve bunun sonucu olarak da az çok çapraşıklaşan olayları birbirine ekleyerek işleyen uzun hikâyelerdir. Halk hikâyeleri konuları itibariyle de aşk hikâyeleri ve kahramanlık hikâyeleri olarak iki ana gruba ayrılır. Âşıkların saz eşliğinde söyleyip anlattıkları halk hikâyelerinin özellikle, yakın geçmişe kadar, geleneksel sosyal yaşamda önemli bir yeri vardı.

Hikâye Örnekleri:Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin

Efsaneler:

Gerçek ve hayali varlıklarla, yer ve olaylara olağanüstü özellikler atfederek oluşturulan, anlatılanların gerçek olduğuna ilişkin inançla birlikte kişinin bireysel – toplumsal yaşamını yönlendiren halk edebiyatı türlerinden biridir. Efsaneler konularına göre şöyle sınıflandırılır;

1)Tarihi yer, kişi ve olaylarla ilgili efsaneler

2)Olağanüstü varlıklarla ilgili efsaneler

3)Hayvanlarla ilgili efsaneler

4)Dinsel konularla ilgili efsaneler

5)Bitki ve ağaçlarla ilgili efsaneler

6)Doğal çevre ve olaylarla ilgili efsaneler

Destanlar: Milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış (savaş, göç, istilâ gibi) tarihî olayların (yangın, salgın hastalık, sel, deprem gibi) toplumsal ve doğal olayların çağdan çağa aktarılmış, aktarılırken de hayal unsurlarıyla oluşmuş, süslenmiş, değiştirilmiş söylenceleridir. Destanlar, manzum veya mensur veyahut da manzum-mensur karışık olabilmektedirler. Türk edebiyatında destanlar İslamiyet öncesi ve İslami dönem olmak üzere ikiye ayrılır. Yaratılış Destanı, Alp Er Tunga Destanı, Oğuz Kağan Destanı, Göç Destanı, Manas Destanı v.b. gibi destanlar İslamiyet öncesine ait destanlardır. Battalgazi Destanı, Danişmend Gazi Destanı gibi destanlar ise Türklerin İslamiyeti kabulünden sonraya ait olan, daha yakın tarihli destanlardır.

Destan Örnekleri: Göç Destanı, Manas Destanı, Oğuz Kağan Destanı

2) Aşık Edebiyatı

Halk diliyle ve hece vezniyle meydana getirilen, saz eşliğinde söylenen şiirlerden oluşan geleneksel edebiyatımızın adıdır. Bu geleneği sürdüren şairlerimize Âşık denildiği için bu edebiyata da Âşık Edebiyatı denilmiştir.

Âşık, Türk Halk Edebiyatında XVI. yy’ın başından itibaren görülen şair tipidir. Genellikle, aşığın şairlik gücünü rüyasında pirin sunduğu “âşk badesini” içmekle ve “sevgilisinin hayalini” görmekle kazandığına inanılır.

Rüya da genellikle âşık adayının karşısına bir sevgili veya saz çıkmaktadır. Rüyaların süsü aksakallı bir derviş ve bazen bir bazen üç dolu bardaktır. Bardağın rüyada tas halinde görülmesine de sık sık rastlanır. Ozanlara rüyada sunulan tasların içindeki mayilere aşk dolusu denir. Fars Edebiyatı’nın etkisiyle bâde adını da almaktadır. Bunlar; erlik, pirlik ve âşk badesi diye adlandırılırlar.

Âşıklarımız genellikle bir usta âşığın yanında yetişirler. Ondan hem usta deyişlerini hem de sanatın icrasına ilişkin yol ve yöntemleri öğrenirler. Âşık meclislerinde, kahvelerde bu ustaların sanatlarını icra ediş biçimlerini yeterince kavradıktan sonra, ustalaşan ozanlarda kendilerine çırak alırlar ve gelenek bu şekilde devam eder.

Âşık, bilgi, duygu ve becerisini yaptığı atışmalarda gösterir. Atışmalardaki amaç; yarışmak ve kazanmaktır. Atışmalarda en az iki âşık karşı karşıya gelir. Mecliste bulunan saygın bir kişinin ya da usta bir ozanın ayak söylemesiyle atışma başlar. Ayağa uygun dörtlük söyleyemeyen âşığın yenilgisiyle atışma sona erer.

Âşık Edebiyatının başlıca unsurlarından birisini hikâye anlatma oluşturur. Saz şairleri içerisinde geleneğe bağlı olanların çoğu âşık meclislerinde hikâye anlatırlar. Bir kısım usta saz şairleri ise, bir yandan usta malı halk hikâyeleri anlatırken bir yandan da kendi düzdükleri hikâyeleri anlatırlar. Çıldırlı Âşık Şenlik, Ercişli Emrah, Sabit Müdami geleneğe bu yanıyla katkıda bulunmuş önemli saz şairleridir.

Tonguzların Şaman, Moğol ve Baryatlar’ın Bo veya Bugue, Yakutların Oyun, Oğuzların Ozan dedikleri bu geleneğin temsilcileri toplumun yaşam biçimlerini düşünce ve duygularını, olaylara bakış açılarını şiirleriyle dile getirmişlerdir. Aşıklık geleneğin en önemli temsilcileri; Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Ercişli Emrah, Dertli, Seyrani, Sümmani, Aşık Veysel Şatıroğlu, Mevlüt Şafak (İhsani), Mahzuni Şerif, Murat Çobanoğlu ve Şeref Taşlıova’dır.

Aşık Edebiyatındaki Belli Başlı Geleneksel Olgular

Mahlas Alma: Mahlas, şairlerin yazdıkları şiirlerde asıl adlarının yerine kullandıkları takma ada denir. Halk edebiyatında mahlas geleneğe bağlı uygulanan bir kuraldır. Aşıkların çoğunun asıl ismi unutulmuş, mahlasları isim olarak kullanılır olmuştur. Dadaloğlu’nun asıl adı Veli, Sümmani’nin Hüseyin, Gevheri’nin Mehmet vb.’dir. Aşık geleneğe uygun olarak kullanacağı mahlası şu yollarla alır:

a)Mahlasını kendi seçerek alma:

-Adını, soyadını mahlas olarak kullanır.

-Yaşayışına ve sanatına uygun olarak kendi seçtiği herhangi bir ismi mahlas olarak kullanır.

b)Bir usta aşıktan, imam, pir ya da mürşitten alma.

– Usta aşık çırağı sınava tabi tutar.

– Usta aşık çırağının durumuna göre bir mahlası uygun görür.

– Şeyh ve pirin manevi tesiriyle mahlas alır.

c) Rüyasında bade içerken alma.

Rüya Sonra Aşık Olma (Bade İçme): Rüya motifi Türk Halk Edebiyatında sıkça karşımıza çıkan bir motiftir. Genellikle halk hikayelerinde yer alan bu motif bazı aşıkların hayat hikayeleri içinde de görülmektedir. Aşıklar aşıklığa başlamayı ya da yetişip usta aşık olmayı geleneksel bir unsur olarak gördükleri iki önemli yol, usta yanında yetişme ve/veya rüyada bade içerek badeli aşık olmadır.

Bade, şerbet, su v.b. bir içecek olabileceği gibi elma, nar, ekmek, üzüm gibi herhangi bir yiyecek de olabilir. Aşık edebiyatında bade içme-rüya motifi bir gelenek icabıdır.

Bade aşığa;

– Bir pir tarafından,

– Üçler tarafından,

– Beşler tarafından,

– Yediler tarafından,

– Kırklar tarafından verilir.

Usta – Çırak İlişkisi: Aşık edebiyatında yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerin en önemlilerinden biri de usta çırak geleneğidir. Aşıklar genellikle bir usta aşığın yanında onun çırağı olarak, yetenekleri ölçüsünde olgunlaşırlar. Gelenek gereği icracılık ve aşığın şairlikteki ustalığı için üstat da denilen bir aşığın yanında ders almaları gerekmektedir. Genç aşığın ustasının yanında çok büyük bir sabır göstermesi gerekmektedir. Sabrın sonunda çırak ustasının hayır duasını alarak tek başına halk önüne çıkma iznine kavuşur.

Aşık Karşılaşmaları (Atışma): Aşıkların doğaçlama olarak belirli bir kural çerçevesinde söyleşmelerine “atışma” denir. Atışma, aşıkların dinleyenler karşısında, deyişme sırasında birbirini iğneleyici fakat mizah çerçevesi içinde söyleşmeleridir. En az iki aşığın dinleyici huzurunda karşı karşıya gelerek birbirlerini sazda ve sözde belli kurallar çerçevesinde denemeleri esasına dayanır. Karşılamalarda, aşıklar rakiplerine üstün gelmek için onu mat etmenin yollarını ararlar.

Leb – Değmez (Dudak Değmez): Aşıkların ustalıklarını sergilemek için bir nevi söz hüneri olarak başvurdukları bir biçimdir. İçinde (b,p,m,v,f) dudak ve diş-dudak sesleri bulunmadan söylenilen şiir demektir. Aşıkların dudakları arasına iğne koyarak yarıştıkları bir atışma biçimidir.

Askı (Muamma) Çözme: Muamma, halk şiirinde bir kimsenin ya da varlığın adını gizleyen şiir demektir. Aşık edebiyatında muammanın özel bir önemi vardır. Aşıklarca muamma düzenlemek ya da bir muammayı çözmek bilgi ve zeka ister.”Murat Uraz” muammanın uygulanışını şu şekilde anlatmaktadır:

Kahvelerde muamma teşhir edildiği gecelerde; sigara ve nargile içilmez, kimse sesli konuşmaz, herkes intizam içinde oturur. Halk şairi tarafından hazırlanmış muamma büyük ve uzaktan okunabilecek bir yazı ile kağıda yazılır ve tahtaya yapıştırılır. Tahtaya bir milimetre kalınlığında bal mumu sürülür.

Aşıklar nöbetle kahveye gelenlere işine ve halk arasındaki derecesine göre ağırlamalar söylerler. Ağırlanan kişi de ağırlığına göre muammanın etrafındaki bal mumu sürülmüş tahtaya para yapıştırır. Muammayı kim çözerse paraları alır ve muammayı tertipleyen aşık da bir taksim çıkarırdı. Şayet bu muamma birkaç gece kahve duvarında asılı kalır, kimse tarafından da çözülmemiş olursa sahibi olan aşık bunun ne olduğunu söyler ve bütün paraları alırdı.

Dedim – Dedi Tarzı Söyleşi: Halk şiirinde yaygın olarak kullanılan bir biçim olup koşma ve semailerdeki aşık ve sevgilinin (dedim-dedi ifadesine bağlı) karşılıklı söyleşmeleridir.

Tarih Bildirme: Aşık, kıtlık, yangın, sel felaketleri, salgın hastalık, önemli savaşlar vb. toplumu yakından ilgilendiren, sosyal hayatla ilgili olaylarla kendi doğum tarihini şiirlerinde tarihi birer belge olmasını istemiş ve genellikle ilk yada son dörtlükte bazen de ara yerde tarih belirtmiştir.

Nazire Söyleme: Nazire, bir şairin şiirine karşılık olarak başka bir şair tarafından aynı uyak ve ölçüde yazılan şiirdir.

Saz Çalma: Saz, aşık için ilhamı kamçılayan bir alet olup aşıklık geleneğinin en önemli unsurlarından biridir.

Aşık Edebiyatında Türler

Heceli Türler

Koşma: Türk Halk şiirinin en yaygın türüdür. Hece ölçüsünün 6+5=11 ya da 4+4+3=11’li kalıbı kullanılır. Konuları bakımından koşmanın kişi ve doğa güzelliğini övenine “güzelleme”,yiğitlik konusunu işleyenine “koçaklama”,bir kişi ya da toplumun kötü yönlerini eleştirenlere “taşlama”,yasla ilgili olanlarına “ağıt” adı verilmektedir.

Semai: Halk şiirinde hecenin sekizli ölçüsü ile koşma biçiminde tertip edilip özel bir ezgi ile söylenen şiirlere denir. Genellikle en az üç, en fazla beş dörtlükten oluşur. Çoğunlukla; doğa, güzellik ve ayrılık temalarını işler.

Varsağı: Güney Anadolu’da “Varsak” boyu halkınca özel bir ezgi ile söylenen nazım türlerinden biridir. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişmektedir. Varsağı, biçimce semaiye benzemekte olup semai gibi hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla söylenmektedir. Aralarındaki fark söyleyiş biçimlerinde ve ezgilerindedir.

Destan: Aşıkların sevgilerini, kahramanlık olaylarını, günlük olaylarla ilgili kimi durumları ve bazı acıklı olayları anlattıkları biçim olarak halk edebiyatı nazım türlerinden koşmaya benzeyen, koşmadan dörtlük sayısı, konu, anlatım ve ezgi yönünden ayrılan halk şiiri türüdür.

Aruzlu Türler

Divan: Halk şiirleri arasında “divani” adıyla bilinen divan, aşık edebiyatı nazım şekillerinden olup, aruzun fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün kalıbıyla söylenmiş şiirlerdir.

Selis: Halk edebiyatında feilâtün (fâilatün) / feilâtün / feilâtün / feilün yazılan şiirlerdir. Genellikle 19. yy aşıkları tarafından kullanılan selisin en fazla yazılan tipi gazel biçiminde olanıdır. Hece ölçüsünün on beşli kalıbına da uyan selislerin en belirgin özellikleri farklı bir ezgiye sahip olmalıdır.

Semai: Aşık edebiyatında hece ölçüsü ile yazılan semailerden başka bir de divan edebiyatının etkisi ile aruzla yazılmış semailer bulunmaktadır. Semai aruz ölçüsünün mefâilün / mefâilün / mefâilün / mefâilün kalıbıyla yazılan ve özel bir beste ile okunan aşık edebiyatı ürünüdür.

Kalenderi: Halk şairleri tarafından aruzun mef’ûlü mefâ’îlü kalıbıyla gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde söylenen şiire denir. Özel bir ezgiyle okunur. Ezgisi bakımından düz kalenderî, Acem kalenderisi, Emrah kalenderisi gibi çeşitlere ayrılır. Kafiye düzeni divan ve semai ile aynıdır.

Satranç: Aruzun mefteilün / müfteilün / mefteilün / müfteilün kalıbıyla yazılan gazel biçimindeki şiirlerdir.

Vezni Aher: Aruzun müstef’ilâtün / müstef’ilâtün / müstef’ilâtün / müstafilâtün kalıbıyla yazılan şiirlerdir.

3) Tasavvuf (Tekke) Edebiyatı

Tasavvufi Halk Edebiyatı (Tekke Edebiyatı) Anadolu’da 13.yüzyıldan sonra yayılmaya başlamıştır. Kurucusu 12.yüzyılda Türkistan’da yaşayan Ahmet Yesevi’dir. Anadolu’da 19’uncu yüzyıla değin çeşitli tarikatlar vasıtasıyla gelişen bu edebiyat geleneğinin sürmesinde en önemli rolü Alevi-Bektaşi ve Melami-Hamzavi şairler oynamıştır. Tasavvufun etkisiyle doğan Tekke edebiyatının amacı tasavvuf düşüncesini insanlara benimsetmektir. Tasavvuf felsefesine göre kainatın yaratılış sebebi tanrının kendi güzelliğini görmek ve bilinmek istemesidir. Tanrının “ol” emri ile kainat yaratılmıştır. Varlıklar tanrıdan kopma bir parçadır. Dolayısıyla Tanrı “vahded-i Vucut” yani tek varlıktır. Dolayısıyla evrendeki varlıklar asıl varlığa dönmek ister. Varlığın kendi varlığını tanrı varlığında yok etmesi tasavvufta en son aşamadır.

Tasavvuf edebiyatı şairleri, yalın bir dille, hece ölçüsüyle ya da aruzun heceye yakın yalın kalıplarıyla eserler vermişlerdir. Şairleri hecenin yanında aruzu, dörtlüğün yanında beyiti de kullanılmıştır. Bu edebiyatın düzyazı biçimini ise evliya menkıbeleri, efsaneler, masallar, fıkralar ve tarikat büyüklerinin yaşamlarını konu alan yapıtlar oluşturur. Arapça – Farsça sözcükler, Halk edebiyatının en çok bu bölümünde kullanmıştır. Bunların bir bölümü tasavvuf terimleridir.

Bu geleneğin en önemli temsilcileri; Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Pir Sultan Abdal, Abdal Musa, Hacı Bayram-ı Veli, Hüdai, Abdû Furkan, Sezai ve Turabi’dir.

Tekke Şiirinde Türler

İlahi: İlahiler, tasavvuf görüş ve anlayışını anlatan bunun inceliklerini, ilahi hikmetleri ve sırları dile getiren manzumeler olup herhangi bir tarikatın izini taşımaksızın Tanrı’yı öven, Tanrı’nın büyüklüğü ve gücünü telkin eden şiirlerdir. Dini törenlerde ve dergahlarda kendine özgü bir makamla söylenir. İlahiler dörtlükler ya da beyitlerle yazılırlar. Dörtlüklerle yazılanlar genellikle 7’li, 8’li bazen de 11’li hece ölçüsü ile koşma uyak düzeninde yazılır. Beyit ile yazılanlar ise genellikle 11,14 ve 16’lı hece ölçüsü ile bazıları ise aruz ölçüsüyle yazılır.

Nefes: Dini temellere bağlı aşık edebiyatı nazım şekillerinden ilahilerin Alevi-Bekteşi aşıklarınca yazılanlarına denir. Konusu genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücud, Alevi-Bektaşi ilkeleri tarikat kurallarıyla ilgilidir. Dili sade bir Türkçe olan nefesler biçim olarak koşma gibidir. Dörtlükler halinde hece ölçüsünün 7.8.11’li kalıpları ile ya da az da olsa aruzla yazılanlara rastlanmaktadır.

Ayin: Mutasavvıflara has bazı hal ve hareketleri ifade etmek için ilk defa İranlılar tarafından kullanılan ayin terimi daha sonra Türk Tasavvuf Edebiyatına da geçmiş Mevlevilerin sema meclislerinde söyledikleri ilahilere verilen ad olmuştur.

Tapuğ: Gülşeni tarikatında ayinler sırasında okunan şiirlere tapuğ denir.

Durak: Mevlevi dışındaki tarikatların hemen hepsinde bulunan fakat genellikle Halveti Tarikatına mensup kişilerce zikrin birinci bölümünü teşkil eden Kelime-i Tevhidden sonra İsm-i Celal zikrine geçmeden önce verilen orada bir yada iki zakir tarafından her makamdan okunan, serbest olarak bestelenmiş Türkçe manzumelerdir.

Cumhur: Mevlevi ve Bektaşi dergahları dışında topluca okunan ilahilere verilen addır.

Hikmet: Dini ve tasavvufi halk şiirinde şairin anlayış ve sezgilerine göre din konularını işleyen şiirlere denir.

Devriye: Dini ve tasavvufi halk edebiyatında devir nazariyesini işleyen şiirlerdir. Devriye; evrenin ve insanın Tanrı’dan çıkıp, tekrar Tanrı’ya dönmesi felsefesine göre yazılan tasavvufi şiirlerdir.

Şathiye: Dini ve tasavvufi halk şiirinde genel olarak mizahi manzumelere şathiye adı verilir. Şathiyeler, mutasavvıf şairlerce söylenmiş ya da yazılmış, tasavvufi inançları dile getiren, anlaşılması yorumlanmasına bağlı şiirlerdir.

Tevhid: Allah’ı, yaratılış ve kainatın aslı gibi unsurları bir arada yorumlayan manzumelere “tevhid” denir. Divan edebiyatı nazım türlerinden gazel, kaside ve mesnevi biçimlerinde kaleme alınmışlardır.

Nutuk: Tekkelerde tarikat ulularının özellikle eğitici mahiyette olmak üzere söyledikleri şiirlere verilen addır.

Deme: Alevi tarikatından olan tasavvuf şairlerinin tarikatlarını ve hareketleriyle ilgili temaları işleyen, sorunlarını konu edinen şiirlerine “deme” adı verilir. Genellikle 8’li hece ölçüsüyle yazılan demeler saz eşliğinde kendine özgü bir makamla söylenir.

Duvaz: Düvaz-ı imam, düvaze, imam da denilen duvazlar On İki İmam’ı öven nefeslerdir.

Halk Aşıklarımız (Ozanlarımız) ve Halk Şairlerimiz

Yunus Emre (1238? – 1321?)
Kaygusuz Abdal (1341 ?– 1444 ?)
Pir Sultan Abdal (16.Yüzyıl)
Karacaoğlan (17. Yüzyıl)
Dadaloğlu (1785 ? – 1868 ?)
Dertli (1772-1845)
Ercişli Emrah (16.Yüzyıl – 17. Yüzyıl)
Erzurumlu Emrah (1775 ? -1854 ?)
Köroğlu (16.Yüzyıl)
Seyrani (1807 ? – 1866)
Sümmani (1860 – 1915)
Aşık Şenlik (1850-1913)
Aşık Veysel Şatıroğlu (1894–1973
Mahzuni Şerif (1940-2002)
Mevlüt Şafak (Mevlüt İhsani)
Murat Çobanoğlu (1940–2005)
Şeref Taşlıova

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu